
Son günlerde bir online platformda yayınlanan Adolescence (Türkçesiyle; Ergen) dizisi bütün dünyada ve ülkemizde büyük bir ilgi çekti. Ortalama bir İngiliz ailenin başına gelen bir trajediyi odağa alan ve bu mini dizi, şiddet davranışlarının nedenlerine dönük merakı da arttırdı. Dizi; ailenin görünürde belirgin bir sorunu olmayan, 13 yaşındaki en küçük üyesi ortaokul öğrencisi Jamie’nin, sınıf arkadaşı bir kız öğrenciyi öldürmesinin ardından okulda ve ailede yaşananları anlatıyor. Bu dizinin gösterime başladığı dönemde maalesef ülkemizde de benzer şekilde çok acı bir olayda 14 yaşındaki Mattia Ahmet Minguzzi adlı çocuğumuzu kaybettik. Belki rastlantı belki de bu tür haberlere duyarlığımızın artmasıyla dünyadan da o sırada benzer olayların haberleri daha çok dikkatimizi çekti. Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Hakan Türkçapar'ın ntv.com.tr'ye özel yazısı.

Adolescence dizisinin son bölümünde anne ve baba, o sevimli masum çocuklarının nasıl olup da bu canice eylemi yaptıklarını sorguluyorlardı. Baba Eddie eşi Manda’ ya büyük bir acı içinde “onu biz yaptık” diyordu. Anne ve babanın kendilerine sorduğu bu “neden?” sorusu, duyarlı herkesin zihnini meşgul eden bir soru. Nasıl oluyor da sıradan insanlar; çocuklar, gençler, babalar, anneler kötü şeyler yapıyor? Bu soru her cinayet, katliam, soykırım, bireysel ve toplumsal şiddet sonrası hep sorulagelmiş ve sosyal psikolojinin de ele aldığı ana konulardan biri olmuştur.

Hepimiz dünyaya bir donanımla geliyoruz ve aslında bu donanım (kimileri bu görüşe karşı çıksa da) ağırlıklı olarak, işbirliğine, iyiye ve dayanışmaya dönük. Peki bu “iyi doğamıza” rağmen nasıl oluyor da “kötü” hatta “çok kötü” şeyler yapabiliyoruz? Bu sorunun cevabını ararken, sıradan iyi bireylerin nasıl olup da karanlık yönlere savrulabildiğini gözler önüne seren ünlü bir deney akla geliyor: “Stanford Hapishane Deneyi”.

Şiddetin kökenine ilişkin 1971 yılında ünlü sosyal psikolog Philip Zimbardo tarafından yürütülen Stanford Hapishane Deneyi’nde; psikolojik olarak sağlıklı olduğu teyit edilen gönüllü bir grup erkek üniversite öğrencisi, rastgele şekilde gardiyan ve mahkum rollerine atanmış ve gerçekçilik adına mahkumlar evlerinden polisle alınarak kurmaca bir hapishaneye yerleştirilmiştir. Zimbardo da hapishane genel direktörü rolünü üstlenmiştir. İki hafta sürmesi planlanan deney; gardiyanların mahkumlara karşı giderek artan bir şekilde zalim ve taciz edici davranışlar sergilemesi, mahkumların ise ciddi psikolojik zorlanmalar yaşaması ve antisosyal davranışları nedeniyle altıncı günde sonlandırılmıştır. Kendisi de rolüne kapılıp tacizleri fark etmediğini ve şefkat duygusunu kaybettiğini itiraf eden Zimbardo; beşinci günde deney alanını ziyaret eden psikolog Christina Maslach’ ın gardiyanların mahkumlara cinsel taciz emri vermeye başladığı konusundaki uyarısıyla deneyin sona erdirilmesine karar vermiştir. Peki neden gardiyan rolündeki insanlar deneyde günlük hayattaki sosyal kimliklerinden farklı davranmışlardı? Deney, insan davranışlarının sabit ve öngörülebilir olmadığını; ortam, çevre, sistem ve rollerin etkisiyle bambaşka boyutlara ulaşabileceğini çarpıcı biçimde ortaya koymuştur. Hapishane deneyi göstermiştir ki davranışlarımız içinde bulunduğumuz çevreden ve bize verilen rollerden ciddi düzeyde etkilenip değişebilmektedir. İnsanlar kendi davranışlarının görece olarak sabit ve öngörülebilir olduğunu düşünse de, bazı ortam ve koşullarda insanlar kendilerini bile şaşırtacak şekilde bambaşka bir insan gibi farklı davranabiliyor.

Deney sonucundaki bulgular, aslında “iyi” insanların nasıl olup da “kötü” şeyler yapabildiğini anlamamıza ışık tutuyor. Bu dönüşüm genellikle bir anda değil, adım adım gerçekleşiyor. Kötüye doğru atılan bu adımlar; öncelikle bireylerin eylemlerini haklı gösterecek bir inanç sistemine bağlanmaları, şiddete dönük küçük ama zararlı davranışlarla sürecin başlatılarak sonra giderek normalleşmesi; ve ortamın belirsiz, kuralları esnek hale getirilmesiyle mümkün oluyor. Mağdurların insanlıklarından arındırılmış bir şekilde sunulması (“onlar bir canavar!”), yapılan kötü davranışların toplu yapılarak sorumluluğunun paylaştırılması ve “kötü davranan” rol modeller aracılığıyla itaatin teşvik edilmesi gibi unsurlar da bu süreci pekiştiriyor.

Peki çözüm ne? Stanford Hapishane Deneyi ya da tarih boyunca yaşanan toplu şiddet eylemlerinde bile bu şiddet kültürüne teslim olmayan, tersine buna direnen insanlar yani Zimbardo’ nun deyimiyle "kahramanlar da var. “Kahraman” olmak, çoğu zaman ahlaki cesaret göstermeyi, ortalamanın üzerinde anlaşılmış kötüye direnmeyi, ve başkalarının iyiliği için risk almayı gerektirir. Böyle kişiler ahlaki cesaret sahibidirler, empati kurma yetileri gelişmiştir ve "bu benim sorunum değil" demez, sorunları kişisel olarak sahiplenirler. Bu ahlaki tutum aslında doğuştan gelen ve iyi olan “insan doğasının, korunması ve “iyi” yönde geliştirilmesiyle olur.